Anlar, anılar…
Bir insan öldüğünde o gülüş nereye gider?
Halil’i düşününce aklıma önce gülüşü geliyor. O fazla konuşmazdı, önce şöyle bir bakardı, sonra gülerdi, gülümserdi. Olumsuz bir şey beklemek hata olurdu, o gülüş size her şey için aydınlık bir yol olduğunu anımsatırdı.
Onunla ne zaman tanıştık? 50 yıl içinde bu soruya cevap vermek zor.
Bir durak hatırlıyorum. Bir genç ve yanında esmer güzeli siyah uzun saçlı bir genç kız... Ellerinde kitaplar... Halil’in arkadaşı diyor Ferhan.. Biz otobüse biniyoruz, gülerek el sallıyoruz birbirimize.
Daha sonraları bir düğün geliyor aklıma... misafirler gitmiş. Eski dostlar bir masanın etrafında toplanmışlar Gelin ve Damadın çevresindeyiz, şarkılar söylüyoruz, mutluyuz... En son Ünal bir şarkı söyleyecek, finali öyle yapacağız: Laviyatta.
Janet orağını almış
Ot biçmeye giderken
Yolda üç güzel oğlan da
Janet e rastlamışlar...
Sonraki yıllarda birlikte olduğumuz zamanlarda coşarak söylediğimiz bir şarkı olmuştu.
Üzücü günlerin birinde, bir hastanedeyiz. Sabah geldik. Ağabey ameliyat oluyor. 5–6 saat bekleyeceğiz. Bir masanın etrafında toplanmışız. Heyecanın dağılması lazım. Konu ne olacak bu memleketin hali. Bizler konuşuyoruz, o susuyor, dinliyor, arada bir sevecen, aydınlık bakıyor, gülümsüyor. O bakma yetiyor demek ki iyi olacak, bilge bilge bakıyor. Bir an aklıma Einstein geliyor, onun bakışlarına benzetiyorum.
Bir yattayız, yaz akşamları... ‘Ay doğuyor denizin üstünde ışıktan bir yol. Dayanamayıp denize atlıyorlar. İçimizde bir ürperti. Gece bu umman ne ola ki!
İçimizdeki ürperti bir gün ansızın yerini ağıtlara bırakıyor!
İçimiz yanıyor, yanıyor. Yapacak bir şey yok! Çaresiziz, yalnızca birbirimize sarılıp ağlıyoruz.’
Işıklar içinde uyu sevgili kardeşimiz. Bundan sonra da anılarımızı anlatarak ağlayıp güleceğiz…
Nüveyda Işık
Ankara, bir sonbahar akşamı
Comments