Sevgili İbo,
Seninle ve Sevgi’yle olan arkadaşlığımız otuz üç yıl öncesine dayanıyor. Sevgi aktarmıştı, bizim Kızıltoprak’taki eve gelmenizin ardından ona “Bu insanları kaybetmeyelim, dostluğumuzu sürdürelim,” demişsin. Öyle de oldu. Birlikte gezdik, yemekler yedik, şaraplar, rakılar içtik. Hatta aynı ustanın yaptığı koltukların üstünde oturduk-Biz sizin ustaya yaptırmıştık, ama sizin tavsiyenizle içini kuştüyü değil, sünger yaptırdık, zira adamın kuştüyleri bayıltıcı şekilde tavuk kokuyordu!- Mehmet ve Elif bir yıl arayla doğdu, birbirimizin çocuklarının büyüyüşüne tanıklık ettik. Engin küçükken en çok seni sevdiğini söylerdi. Mehmet senin anlattığın hikâyeleri dinlemeye bayılırdı. Elif’in sağlık sorunlarını nasıl özveriyle, özenle aştığınıza şahit olduk, sizleri çok takdir ettik. Bu kadar uzun süre zarfında senden ne incitici bir söz duyduk, ne de bir hareketine kırıldık. Ama itiraf etmeliyiz ki, seni kaybının ardından daha da iyi tanıdık.
Sevgi ve sen ne çok dost edinmişsiniz ki, o gün tek cenaze kalkmasına rağmen koca Levent Camisi tıklım tıklım doluydu. Bilirsin, çoğunluk camiye geldikten sonra mezarlığa gitmez, ama senin için mezarlığa iki otobüs kalktı. Orada yürürken arkamızdan Kürtçe konuşmalar duyduğumuzda çok şaşırdık. Daha sonra Sevgi anlattı, sen bıraktığın köyün insanları ile ilişkini hiç kesmemişsin, onların dertlerine sahip çıkmış, özel günlerini paylaşmışsın. Hele Sevgi’nin kâğıt toplayan adam ile anlattığı anı tüylerimizi diken diken etti. Senin biriktirdiğin kâğıtları verdiğin adam Sevgi’ye seni sormuş. Sevgi kaybettik deyince gözleri dolmuş, kalakalmış. Sonra da “Abla, iznin olursa ben onun ruhuna pilav döktürmek istiyorum,” demiş. Hepimizin rastladığı, dikkat bile etmeden yanından geçip gittiği insanlardan biriyle nasıl sahici bir ilişki kurmuşsun ki, az gelirine rağmen senin için bir şeyler yapmak istemiş. Seni defnettikten sonra sizin evde toplandık. Sevgi senin sevdiğin gibi dostlarla birlikte, ikram ederek, yiyerek, içerek, seni anarak uğurlamak istedi. Orada Sevim’in anlattıkları da çok etkileyiciydi. Her dönemecinde, her kararında yanında olmuş, ona destek çıkmışsın. Kocadan ve babadan araba kullanmak öğrenilmez denir, sen ona beni baban yerine koy demiş, sonra bu sözün aksini kanıtlamak istercesine sabırla ona direksiyon dersi vermişsin. Bütün bunlardan haberimiz olmaması da ayrıca etkileyici. Biz senin tevazuunun, yüce gönlünün, vericiliğinin yalnızca bir bölümüne şahit olabilmişiz; yani senin hasletlerinin buzdağının üstünde kalan kısmına. Şimdi bile bunları duyunca, mahcup olacağını, gülerek elini avucuna çarpıp “Aman Allah’ım ya…” diyeceğini gözümüzün önüne getirebiliyoruz.
Sevgili İbo, bildiğin gibi son günlerde çocuklara tekerlemelerden uyarladığım öyküler yazmaya uğraşıyorum. Bir tanesini Bolonya’da trende okumuştum. Bizim beyler bir dörtlüde, hanımlar yanındaki dörtlüde oturuyordu. Ben beylerin ilgilenmeyeceğini düşünerek, bizim gruba okumuştum, ama sen bizim tarafa dönüp ilgiyle dinlemiş ve beğendiğini söylemiştin. Senin kaybından sonra da hissettiklerimi yazıya dökmek istedim. Ancak dost kaybı konusunu biraz büküp mülteci sorunu ile bağdaştırdım ve iki gözüm iki çeşme aşağıdakini yazdım.
Leylek leylek havada Yumurtası tavada Kızlar kahve kavurur Şıngıraklı tavada Leylek leylek lekirdek Hani bana çekirdek Çekirdeğin içi yok Süleyman’ın suçu yok Oğlum biz gidiyoruz işe, sen kal ninenle Uslu uslu otur, sakın yaramazlık etme. Hiç cevap vermedim, astım suratımı. Kim kaybetmiş ki ben bulayım yaramazlığı? Ne oyuncağım var İstanbul’da, ne arkadaşım. Sıkıntıdan bir gün, sahiden patlayacağım. Gittim pencereye, dışarı bakmaya, Bir değişiklik yoktu sokakta. Arabaları saydım; on, on bir, on iki. Hani nerede bunun neşesi? Bir damla çarptı cama. Yağmur mu yağacak acaba? Göğe baktım ki ne göreyim! Açmışlar bembeyaz kanatlarını Leylekler süzülüyor yukarıda. Arkadaşım aralarında mı acaba? Açtım pencereyi, kaçırmayayım aman! Avaz avaz bağırdım: Süleyman! Süleyman! O uçtu gitti diğerleriyle, Durmadı, duraksamadı bile. Belki duymadı beni, sarktım, Bir kez daha çağırdım. Ninem koştu geldi sesime, Dedi: Dur, düşeceksin deli oğlan! Söyle bakayım kim bu Süleyman? Konuşamadım hıçkırmaktan. Ninem de göğe dikti gözlerini, Kuru elleriyle gözyaşımı sildi: Süleyman dediğin leylek mi? Kuş değil o, benim arkadaşım. Söyle, nasıl çağırmayayım? Bekliyorum sonbahardan beri, Duysa, mutlaka yanıma gelirdi. Geçen sene Görünce onları göklerde, Nasıl sevinmiştik bizimkilerle! Leylek leylek havada Yumurtası tavada Kızlar kahve kavurur Şıngıraklı tavada Diye tutturmuştuk bir tekerleme. Şıkır şıkır oynadı Havva ve Eje. Tıpkı leylekler gibi, Halid’le Durduk biz de tek ayak üstünde. Sonra biri konunca bahçedeki duta Yuvasını yapsın diye bizim ağaca, Çalılar topladık, koyduk altına. Giderken el salladık ardından: Seneye gene gel Süleyman. Ninem çekirdek koydu avucuma. Çitledim, boştu. Gözlerim gene doldu. Beni okşadı, dedi: Bak hele hele, Ağlanır mı çekirdeğin içi yok diye? Dinle, Süleyman gitmiştir Halep’e. Kurmuştur yuvasını bizim bahçeye. Leylekler izler hep aynı yolu, Başka yerde duramaz, bildiği bu. Sen Süleyman’a değil yalnızca, Ağlıyorsun diğer arkadaşlarına da. Peki, dedim kimin suçu bütün bunlar? Ninem çekti içini: Ah bir bilsem, dedi. Bu işte büyük haksızlık var. Ama ben güveniyorum gençlere Hiçbir çocuk yurdundan, dostundan Ayrı düşmeyecek gelecekte.
Sevgili Sevgi ve Elif, ne mutlu size ki böyle bir insanla birlikte olma şansını yakaladınız. Ayrıca ne mutlu İbo’ya ki, sizin gibi bir ailesi oldu. Sevgi’ciğim sizi İtalya gezimizin en romantik, en sevgi dolu çifti ilan etmemiz boşuna değil. Bolonya’daki değişik akustiğiyle çapraz köşelerden seslerin duyulduğu yeri hatırlıyorsun herhalde. Bizler “Beni duyuyor musun?” derken, sen “Seni seviyorum,” deyivermiştin. Zaten bütün fotoğraflarınız el ele, el ele değilse kalp işaretiyle. Ayvalık’ta bizde kaldığınız zaman ne güzel vakit geçirmiştik. Birgün sanırım baş başa olma ihtiyacı hissedip yürüyüşe çıkmıştınız. Bu durum Engin’in çok hoşuna gitmişti.
Dünyada ölümden başkası yalan, ama İbo yaşamı anlamlı kılmanın, iyi anılar, iyi izler bırakmanın ne denli gerçek olduğunu gösterdi bize. Ruhu şad olsun.
Comments